TABİ’UN - TABİ’İ :
Kelime olarak tabi
olmak, peşinden gitmek, görüşlerini benimsemek gibi manalar veren “tebi'a” kökünden alınma ismi mensubdur.
Çoğulu tabi'în gelir.
Hadis Usulü ilminde
tâbi'î, Hz. Peygamber (s.a.s)'in ashabından herhangi
birisi ile görüşüp ondan hadis rivayet edene denilmiştir.
Tâbi'înin genellikle
benimsenmiş tarifi bu olmakla birlikte sahabî
tarifinde olduğu gibi tabiî tarifinde de bazı farklı görüşler ileri sürenler
olmuştur. Nitekim el-Hâkim tabi'îlerin tabakalarından
bahsederken “falancaya yetişenler” gibi bir gruplandırma yapmış, ayrıca zaman
itibariyle sahabeden sonra en hayırlı neslin onlarla karşılıklı görüşüp
konuşanlar olduğunu söylemiştir. el-Hakim'in bu açıklamasından anlaşılmaktadır
ki, ona göre ancak sahabîlere mülaki olmakla birlikte
onlarla bir arada bulunup sohbet edenler tabiî sayılabilirler.
el-Hatîbu'l-Bağdâdî'ye
göre de bir kimsenin tabiî olabilmesi için sadece bir sahabîyle
görüşmesi yeterli değildir. Mülakatla beraber sohbet de şarttır. Ancak hadis
alimlerinin çoğu bu görüşe katılmamışlardır. Onlara göre bir kimse herhangi bir
sahabîyi görmekle tabiî olur. Onunla sohbet etmesi
şart değildir. Nitekim el-Irâkî'nin işaret ettiğine göre
Müslim ve İbn Hibbân, Enes b. Mâlik'e sadece yetişen ancak ondan hadis rivayet
etmeyen el-A’meş'i tabiîler arasında zikretmişlerdir.
Aynı şekilde Yahya b. Ebî Kesir Enes'e;
Musa b. Ebî A'işe Amr b. Hureys'e sadece mülaki
oldukları, onlardan hadis rivayet etmedikleri halde tabiînden sayılmışlardır.
Tâbi'îler muhtelif
tabakalara ayrılmışlardır. Sahabeden sonraki bu nesil, İbn
Sa'd'a göre dört, Müslim'e göre üç tabakadır.
el-Hâkim ise tabiîlerin onbeş tabakaya ayrıldıklarını
söylemiş, bazılarına örnek göstermiştir. Ona göre birinci tabakayı, Sa'id İbnu'l-Museyyeb,
Kays b. Ebî Hâzim, Ebu Osman en Nehdî, Kays b. Ubâd, Ebu Sâsân
Hudayn İbnu'l-Munzir, Ebu Va'il
Şakîk b. Seleme, Ebu Recâ'i'l-Utâridî gibi Aşere-yi Mubeşşere ashabıyla görüşenler oluşturur. İkinci tabakada
el-Esvedu'bnu'l-Yezîd, Alkame b. Kays, Mesrûk İbnu'l-Ecdâ',
Ebu Seleme b. Abdirrahmân,
Harice b. Zeyd gibi tabiîler yer alır. Amir b. Surahîl eş-Şa'bî, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe, Şureyh İbnu'l-Hâris
ve akranları üçüncü tabakadandır. Sonuncu tabakayı Enes
b. Mâlik'e yetişen Basralı, Abdullah b. Ebî Evfâ'ye mülaki olan Kufeli, es-Sâ'ib b. Yezîd'le görüşen
Medîneli, Abdullah İbnu'l-Hâris'e yetişen Mısırlı ve Ebu Umâme el-Bâhilî
ile görüşen Şamlı tabiîler teşkil ederler.
Tâbi'îlerin İslam Dininin öğrenilip öğretilmesinde önemli yeri vardır.
Bilhassa sahabeden Hz. Peygamber (s.a.s)'in tebligatı
ile hayatını ilgilendiren bilgileri devşirmek konusunda benzersiz gayretleri,
misli görülmemiş hizmetleri olmuştur. Sahabeden hadis rivayet etmede olağanüstü
gayret göstermişlerdir. Faziletleri Kur'ân-ı Kerim
ayeti ve hadislerle sabittir. Sahabenin faziletine delalet eden ayetlerin
birinden onlara da işaret buyurulmuştur:
“(İslam'da) birinci
dereceyi kazanan muhacirler ve Ensâr ile onlara güzelillikle tabi olanlar.. Allah onlardan razı olmuştur.
Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. (Allah) onlar için içinde ebedî kalıcılar
olmak üzere altlarında ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en büyük
saadettir.”
Bu ayeti kerimedeki
“muhacirler ile Ensar'a güzellikle uyanlar”dan maksat, Allah bilir, tabiîlerdir. Bir hadiste
de Hz. Peygamber, insanların en hayırlısının kendi
devrinde yaşayan sahabe, daha sonra ise sahabeyi takip eden nesil olduğunu
açıklamıştır. Cenâb-ı Hakk’ın
“Allah onlardan razı olmuştur” buyurarak öğdüğü, Hz. Peygamber'in ikinci hayırlı nesil olarak nitelediği
insanların faziletli insanlar olduklarına şüphe yoktur. Kaldı ki tabiîler,
hayırlı bir nesil olduklarını İslam Dini'ne ve ilme hizmetleriyle ortaya
koymuşlardır. Bir kere Hz. Peygamber (s.a.s)in ebedî
hayata göç etmesinden sonra İslâm ülkelerinin fetihlerle genişlemeye başlaması
üzerine Medine'den çıkarak başka yerlere yerleşen sahabîlerle
görüşmüşler, onların Hz. Peygamber'den öğrendiklerini
rivayet etmişlerdir. Bir sahabîyi görmek, bir hadisi
rivayet etmek, hatta tek bir hadisin doğru olup olmadığını anlamak yolunda
çetin yolculuklar yapmışlardır. Sahabeden öğrendikleri hadisleri aralarında
müzakere ederek yayılmasını sağladıkları gibi kendilerinden sonraki nesle
aktarmak suretiyle ilmin kaybolmasına mani olmuşlardır. Bunun yanısıra rivayet edilen hadisleri toplayıp tertipli hale
koyanlar da onlardır. Tedvin denilen bu faaliyetin hadis tarihindeki yeri
dikkate alınınca tabiîlerin hadise hizmetleri bir başka açıdan daha ortaya konulmuş
olur.
Tabiilerin Hadis İlmine
hizmetleri bununla da kalmamıştır. Siyasî çalkantılar sonucu hadis uydurulmaya
başlanması üzerine başta isnad olmak üzere bazı
rivayet kaideleri konulmuştur. Böylece hadislerin kaybolması önlenmiş, sahih
olanları rivayet ederek yaymak konusunda esaslar geliştirilmeye başlanmıştır.
Sahabîlerle görüşen bir nesil de muhadramûndur.
Bunlar Hz. Peygamber hayatta iken yaşadıkları halde
onu görmek şerefine ulaşamadıklarından sahabî
sayılmayan, buna karşılık tabiîlerden ayn görülenlerdir.
(Bk. Muhadram).